Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Ölüm ve Sonrası (Ölüm Kıyamet Cehennem)
#1
Batıl İnançlar ve Gerçekler

Her canlı varlık gibi insan da bir gün ölmek üzere doğar. Kimileri çok küçük yaşta hayata veda ederken, kimileri genç, kimileri orta, kimileri de ileri yaşlarda bu dünyayı terk ederler. Kimsenin sahip olduğu malı-mülkü, serveti, makamı, mevkisi, şöhreti, itibarı, kuvveti ve güzelliği, ölümü kendisinden uzaklaştıramaz. Herkes istisnasız ölüme boyun eğmiştir ve bundan sonra da eğmeye devam edecektir.

Pek çok insan, ölümü düşünmek istemez. Bu mutlak sonun kendi başına da geleceğini aklına getirmez. İnsanların bir kısmı düşünmedikleri sürece, ölümle karşılaşmayacakları gibi batıl bir inanç geliştirmişlerdir. Halk arasında ölümle ilgili konu açan herhangi bir kişi hemen "şom ağızlı" olarak nitelenir ve bu konu hemen, "ağzından yel alsın" gibi anlamsız sözlerle kapattırılır. Halbuki ölümden söz eden bir insan, Allah'ın çok büyük ayetlerinden birini hatırlatmakta ve insanların üzerindeki kalın gaflet perdesinin biraz da olsa aralanmasına vesile olmaktadır. Ancak gafleti, yaşam biçimi haline getirmişgafil bir kitle, kendilerini rahatsız eden bu tür gerçeklerin hatırlatılmasından çok huzursuz olurlar. Oysa bu kişiler, hayattayken ölümü düşünmekten ne kadar kaçarlarsa, ölümün gerçeğiyle karşılaştıklarındaki rahatsızlıkları da o kadar şiddetli olur. Bu dünyadaki gafletleri ne kadar büyükse ölüm anında, kıyamet gününde ve ebedi azaptaki dehşet, şaşkınlık ve azapları o derece büyük olur.

Zamanın ilerlemesine rağmen kendini yaşlanmaya ve ölüme karşı koruyabilmiştek bir insan gösteremezsiniz. Ölmeyecek tek bir insan bulamazsınız. Çünkü insan kendi bedeninin ve kendi hayatının sahibi değildir. Yaşamaya karar verip hayatını kendisinin başlatmamışoluşu, bunun bir göstergesidir. Bir diğer göstergesi ise, hayatını sona erdiren ölüme müdahale edemeyişidir. Hayatın sahibi, onu verendir. Ve O, dilediği zaman da o hayatı geri alır. Hayatın sahibi olan Allah, Peygamberimiz (sav)'e vahyettiği "Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?" (Enbiya Suresi, 34) ayetiyle, bunu haber verir.

Yalnızca şu anda, dünyada milyarlarca insanın var olduğu göz önünde bulundurulursa, ilk insandan bu yana, sayısız insan yaşamıştır. Bu insanların hepsi de istisnasız ölümü tatmışlardır. Günümüzden önce yaşayanların da şu anda yaşamakta olanların da kesinlikle başlarına gelmişya da gelecek olan kesin bir sondur ölüm. Kimse kendini bu kaçınılmaz sondan kurtaramaz. Kuran'da, bu konu şu şekilde bildirilir:

Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Al-i İmran Suresi, 185)

Ölümü Tesadüf ya da Talihsizlik Sanma Yanılgısı

Ölüm, her olay gibi, Allah'ın dilemesiyle hayır ve hikmetle gerçekleşir. Bir insanın doğum tarihi nasıl belliyse, aynı şekilde ölüm tarihi de daha o doğmamışken, dakikasına, saniyesine kadar bellidir. İnsan da kendisine verilen süreyi her saniye biraz daha tüketerek, o son ana doğru hızla yaklaşır. Herkesin ölümünün yeri, zamanı ve şekli kaderinde belirlenmiştir.

Buna rağmen insanların bir kısmı ölümün, Allah'ın ona sebep olarak yarattığı olaylar zincirinin bir sonucu olduğunu sanırlar. Her gün gazetelerde ölüm haberlerini okur, ardından da, "Eğer bir tedbir alınsaydı sonuç bu şekilde olmazdı; şöyle yapılsaydı ölmezdi" gibi cahilce mantıklar yürütürler. Halbuki her insan kendisine tanınmışsüreden ne bir saniye eksik ne de bir saniye fazla yaşayamaz. Ancak, imanın verdiği bilinçten uzak olan insanlar, her olaya olduğu gibi ölüme de tesadüfler zincirinin bir parçası olarak bakarlar. Allah Kuran'da, tamamen inkarcılara özgü olan böyle çarpık bir zihniyetten müminleri sakındırır:

Ey iman edenler, inkar edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Al-i İmran Suresi, 156)

Ölümü bir tesadüf sanmak büyük bir akılsızlıktır. Ve bu durum, üstteki ayetten de anlaşılacağı gibi, insana büyük bir manevi azap, karşı konulamaz bir sıkıntı verir. İnkar edenler, yakınlarını ve sevdiklerini kaybettiklerinde bu büyük azabı yaşarlar. Ölenin aslında bir kurtulma ihtimali olduğunu, fakat aksilik, tedbirsizlik gibi durumlar yüzünden zamansız öldüğünü düşünürler. Bu düşünce de onların üzüntü, pişmanlık ve acılarının katlanarak artmasına neden olur. Çektikleri bu sıkıntı ve acı, gerçekte inançsızlıklarının azabından başka bir şey değildir.

Oysa olayın çok önemli bir sırrı vardır; ölümün sebebi, ne bir kaza, ne bir hastalık, ne de başka bir şeydir. Bütün bu sebepleri yaratan Allah'tır. Kaderimizde belirtilen süre dolduğu zaman, yukarıda sayılan sebeplerden herhangi bir tanesi nedeni ile hayatımız sona erer. Ve insan, elindeki tüm maddi imkanını seferber etse dahi, kendisi için belirlenmişolan ölüm zamanından bir an bile fazla yaşayamaz. Kuran'da bu İlahi kanun şöyle haber verilir:

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmişbir yazıdır... (Al-i İmran Suresi, 145)

Kader Anlayışındaki Çarpıklık

Özellikle ölüm konusuyla ilgili olarak, halk arasında kader hakkında pek çok yanlışkanaat vardır. "Kaderini yenmek", "kaderini değiştirmek" gibi yanlışmantıklar toplumda oldukça yaygındır. Kimi insanlar birtakım beklenti ve tahminlerini kader zannedip, bunların gerçekleşmediğini görünce de kaderin belirlendiği gibi gitmediğini, değiştiğini sanırlar. Sanki kaderi önceden okumuşda, olaylar okudukları şekilde gelişmemişgibi akılsızca bir tavır takınırlar. Bu tür çarpık ve tutarsız mantıklar, kaderin anlamının tam olarak kavranamamışolmasından kaynaklanır.

Kader, zaman ve mekan kavramlarını yoktan var eden ve bunları tamamen kontrol ve hakimiyetinde bulunduran, zaman ve mekana tabi olmayan Allah'ın, geçmişve gelecekteki tüm olayları zamansızlık boyutunda tespit etmesi ve yaratmasıdır. Yaşanmışve yaşanacak bütün olaylar zinciri, an an, detay detay Allah Katında planlanmışve yaratılmıştır.

Zamanı Allah yaratmıştır, bu yüzden O, zamana bağımlı değildir. Allah'ın Katında herşeyin başı da, sonu da, sonsuzluk şeridindeki yeri de bellidir. Herşey olup bitmiştir. Nasıl bir filmi seyreden kişinin o film üzerinde herhangi bir değişiklik yapmaya güç ve imkanı yoksa, insanların da tabi oldukları kader üzerinde bir etkileri olamaz. İnsanlar kader üzerinde değil, kader insanlar üzerinde belirleyici ve yaptırıcı bir unsurdur. Herşeyiyle kaderin bir parçası olan insan o kaderden bağımsız bir şekilde davranamaz. Kaderin dışına çıkamaz. Bu bir video kasetteki filmde yer alan oyuncunun, kasetten dışarı sıyrılıp maddi bir boyut kazanarak videonun başına oturması ve kendi bulunduğu kasette silmeler, eklemeler, değişiklikler yapmasına benzer ki, elbette bu kendi içinde çelişkili ve mantıksız bir durumdur.

Dolayısıyla, kaderi yenme, kaderin akışını değiştirme gibi bir durum söz konusu bile olamaz. Unutulmamalıdır ki, "ben kaderimi değiştirdim" diyen bir insan da, aslında kaderinde yazılı olan bir cümleyi söylemektedir.

Bunu bir örnekle açıklamak istersek; bir insan günlerce komada kalabilir, yeniden yaşama dönmesi imkansız gibi gözükebilir. Fakat aynı insanın, beklenenin aksine, tekrar eski sağlığına kavuşması, onun "kaderini yendiği" ya da doktorların onun "kaderini değiştirdiği" anlamına gelmez. Bu olay, o kişinin, kaderinde kendisi için belirlenmişsüreyi doldurmadığını gösterir. Bu da aynı kaderin bir parçasından başka bir şey değildir. Herşey gibi hastalanması ve tekrar iyileşmesi de Allah Katında yazılıp tespit edilmiştir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:

... Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)

İnsanlar arasında yaygın olan bir başka yanlışkanaate göre de, 80 yaşında birinin ölümü "ecel", küçük bir çocuğun, genç bir insanın ya da orta yaşlı bir kişinin ölümü "beklenmedik bir olay"dır. Bu yanlışmantıkla düşünen insanlar, ölümü kabullenip, olağan karşılayabilmek için kendi belirledikleri bazı şartların bulunmasını isterler. Bu gafil insanlara göre, uzun süren ağır bir hastalık sonucu gelen ölüm genellikle doğal karşılanabilir, fakat ani bir hastalık ya da kaza sonucu gelen ölüm zamansızdır. Bu yüzden, çoğu zaman ölümler isyankar bir ruh haliyle karşılanır. Ancak bu mantık, Allah'ın adaletinin, sonsuz merhametinin, herşeyi hayır ve hikmetle yarattığının tam olarak takdir edilemediğinin göstergesidir. Bu psikolojiye sahip olan herkes Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olmadığı için dünya hayatında sürekli bir sıkıntı ve keder içinde yaşamaya mahkum kalacaktır.

Reenkarnasyon İnancı

Ölüm hakkında çeşitli kesimlerde yaygın olan batıl inançlardan birisi de "reenkarnasyon"dur. Öldükten sonra çeşitli kereler farklı yer ve zamanlarda ve farklı kimliklerle dirilerek yeniden dünyaya gelme şeklinde açıklanan reenkarnasyon, gerek iman etmeyenler gerekse çeşitli batıl inanışların mensupları arasında, son zamanlarda ilgi gören sapkın bir akım haline gelmiştir.

Teknik olarak hiçbir delile dayanmamasına rağmen bu tür batıl inançların taraftar toplamasının başlıca sebebi, dini inancı olmayan insanların bilinçaltlarındaki, öldükten sonra yok olma endişesidir. Dini inançları zayıf olan kimseler de, dünyada yaptıklarının karşılığı olarak ahirette cehennem gibi bir cezanın kendilerini beklediğini bildikleri için ya da en azından ihtimal verdikleri için öldükten sonra ahirete gitme gerçeğinden rahatsız olurlar. Her iki sınıf için de öldükten sonra dünyaya tekrar tekrar gelmek son derece cazip bir durumdur. Bu yüzden bu işin istismarını yapan belirli kesimlerin birkaç "göz boyama" seansıyla, daha fazla delil aramadan reenkarnasyon gibi bir safsatayı seve seve benimserler.

Bu sapkın düşünceye, bazı dönemlerde Müslüman çevrelerden kendisine aydın, entellektüel, ilerici görünümü vermek isteyen bazı kişiler de olumlu bakmaktadır. Olayın asıl ciddi yönü ise, bu tür kimselerin söz konusu sapkın iddialarına Kuran ayetlerinden delil getirmeye ve ayetlerin açık ve net ifadelerini, "dillerini eğip bükerek" kendi yorumlarına delil göstermeye çalışmalarıdır. Burada vurgulanmak istenen temel konu da, bu sapkın itikadın kesinlikle Kuran ve İslam dışı olduğu ve Kuran'ın açık ayetleriyle tamamen çeliştiğidir.

Reenkarnasyonun Kuran'da geçtiğini iddia edenlerin delil olarak öne sürdükleri birkaç ayetten biri Mümin Suresi'nin 11. ayetidir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin; biz de günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışiçin bir yol var mı ?" (Mümin Suresi, 11)

Reenkarnasyoncular bu ayette, insanın dünyada bir kere yaşayıp öldükten sonra tekrar diriltilerek dünyada ikinci bir yaşama başladığını, bu suretle ruhunun gelişimini tamamladığını ve bu ikinci yaşamını takip eden ikinci ölümünden sonra ahirette diriltildiğini iddia ederler.

Oysa ayete göre insanın iki defa ölü iki defa diri hali olduğu anlaşılmaktadır. Üçüncü bir ölü ya da dirilik hali söz konusu değildir. Bu durumda doğal olarak akla, insanın en baştaki durumunun ölü mü ya da diri mi olduğu sorusu gelir. Bu sorunun cevabını ise Bakara Suresi'nin 28. ayetinde buluruz:

Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi o diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 28)

Ayet açıktır; insan başlangıçta ölüdür, yani yaratılışının temeli başlangıçta, ayetlerde de bildirilen toprak, su, çamur gibi cansız maddelerden oluşmaktadır. Daha sonra Allah bu cansız yığına "bir düzen içinde şekil verip" diriltir. Birinci ölüm ve birinci dirilişgerçekleşmiştir. Birinci dirilişten belli bir süre sonra insan, yaşamı sona erince tekrar öldürülür, ilk ölümünde olduğu gibi toprağa geri döner, çürüyüp-ufalanıp toz haline gelir. Bu da ikinci defa ölü haline geçişidir. Geriye ise ikinci ve son diriltilmesi kalmıştır. Bu da ahiretteki dirilmesidir. İkinci ve son dirilişahiretteki dirilme olduğuna göre, dünya hayatında ikinci bir dirilişsöz konusu olamaz. Aksi takdirde bu tür bir iddia üçüncü bir dirilişi gerektirir ki böyle bir durumdan hiçbir ayette söz edilmez. Görüldüğü gibi ne Mümin Suresi 11. ayetinden, ne de Bakara Suresi 28. ayetinden insanın dünyada birden fazla kez diriltildiği anlamı çıkmaz. Tam tersine bir kere dünyada bir kere de ahirette dirilişin olduğu ayetlerden açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bunun dışında, Kuran'daki pek çok ayet de insanın içinde imtihan edildiği tek bir dünya hayatı olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşolmadığı, Allah'ın buna kesin olarak izin vermeyeceği ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım. "Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Müminun Suresi, 99-100)

Ayette, kişiye ölüm geldikten sonra yeniden dünya hayatına bir dönüş, bir telafi imkanı bulunmadığı anlatılırken inkarcıların, bunun aksine ikinci bir dirilişve dünyaya dönüşbeklentisine sahip oldukları da dikkat çekmektedir. Allah bunun hiçbir geçerliliği bulunmayan ve inkarcıların kendi söyledikleri bir sözden ibaret olduğunu açıkça belirtir.

Başka ayetlerde de cennettekilerin "ilk" ölümden başka bir ölüm tatmayacakları şöyle bildirilir:

Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabbinden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur. (Duhan Suresi, 56-57)

Cennet ehlinin, birinci ölümleri dışında başka bir ölüm tatmayacaklarından dolayı duydukları sevinç bir başka ayette şöyle geçer:

Nasıl, biz ölecek olanlar değil miymişiz? Yalnızca birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil miymişiz? (Saffat Suresi, 58-59)

Üstteki ayetler o kadar açıktır ki, insanın yaşadığı tek bir ölüm olduğu, hiçbir tevile yer bırakmayacak netlikte vurgulanmaktadır. Önceki ayetlerde iki ölümden bahsedildiği halde, neden burada tek bir ölümden başka ölüm tadılmayacağının söylendiği gibi bir soru akla gelebilir. Bunun cevabı Duhan Suresi'nin 56. ayetindeki ölümü "tatma" ifadesinde kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Zira, insanın bilinçli olarak tattığı, yani yaşadığı, karşılaştığı, idrak ettiği ilk ve tek bir ölüm vardır; o da dünya hayatının sona erdiği an karşılaştığı ölümdür. En baştaki ölü halinden önce diri olmadığı dolayısıyla algılama ve şuur gibi özellikleri olmadığı için bu birinci ölümünün şuuruna varması, bunu tatması gibi bir durumu elbette ki olamaz.

Kuran'ın açık ve kesin haberine rağmen, dünyada birden fazla ölme, dirilme, yeni bedenlere girme gibi olayların bulunduğunu iddia etmek Kuran'ın açık ayetlerini reddetmek anlamına gelecektir.

GAFLETİN KALIN PERDESİ

İnsan bencil yaratılmıştır ve kendi çıkarlarını ilgilendiren şeyler hakkında son derece hassastır. Ancak her konuda kendi çıkar ve menfaatlerini en ince ayrıntısına kadar düşünen ve hesaplayan insanın doğrudan doğruya kendisini ilgilendiren ölüm konusunda kayıtsız ve umursuz olması son derece hayret vericidir. "Kesin bilgiyle iman etmeyenler"e özgü olan bu ruh halini Allah, Kuran'da tek bir kelimeyle tanımlamıştır: "Gaflet".

Gafletin anlamı, şuurundaki bulanıklık ve kapalılıktan ötürü, bir insanın gerçekleri tam olarak algılayamayıp, sağlıklı değerlendirmeler yapamaması ve buna bağlı olarak, gereken sağlıklı tepkileri verememesidir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:

İnsanların sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 1)

Ölümcül, çaresiz bir hastalığa yakalanan birisinin öleceğine kesin gözüyle bakılır. Fakat ona bu gözle bakanların da er ya da geç ölecekleri kesindir. Gaflet yüzünden, işin bu yönü bu tarz kişilerin aklına gelmez. Oysa belki de ölüm, kendisini bu "ölümcül hasta"dan çok daha önce, hiç ummadığı bir anda yakalayacaktır.

Yakınları, ölüm döşeğindeki hastalarının durumuna üzülürler. Ama bir gün kesinlikle ölecek olan kendilerine de üzülmek akıllarına gelmez. Oysa, bir olayın eninde sonunda gerçekleşeceği kesinse, bunun yakın ya da uzak olması verilen tepkiyi değiştirmemelidir.

Eğer ölmek üzere olanlar için üzülmek gerekiyorsa, yalnızca ölüm anında değil herkes birbiri ve kendisi için şimdiden üzülmeye başlamalıdır. Ya da içinde bulunduğu gaflet perdesini yırtmalı, ölümün gerçek anlamını kavramalıdır.

Bunun için de, öncelikle gafleti doğuran sebepleri tanımak yararlı olabilir.

Gafletin Nedenleri

- Tefekkür ve akletme eksikliği: Bazı insanlar ciddi konular üzerinde düşünmeye pek alışık değildir. Düşünmeden yaşamaya alışık olduklarından, ölümü de çok uzak görürler. Günlük sorunların, zihinlerini yeterince meşgul ettiğini düşünürler. Küçük konularla o dar zihinlerini doldurur, küçük sorunlarda boğulur ve ölüm gibi önemli konuları düşünemezler. Herhangi birinin ölümüyle karşılaştıklarında ya da ölümle ilgili bir konu açıldığında, "Allah gecinden versin, Allah kimsenin başına vermesin, Allah sıralı versin..." gibi sözlerle kendilerini avutur, konuyu en kısa zamanda, yine düşünmeden geçiştirmeye çalışırlar.

- Yaşamın karmaşa ve hareketliliği: Yaşam öylesine akıcı ve hareketlidir ki kendini olayların akışına kaptıran insan özel bir çaba göstermezse, eninde sonunda kendisini yakalayacak olan ölüm gerçeğini göz ardı edebilir. Bu durum, özellikle imana sahip olmadığı için kader, tevekkül, Allah'a teslim olma gibi kavramlara yabancı insanlar için geçerlidir. Bu gibi insanlar kendilerini bildikleri andan itibaren kendi deyimleriyle "dünyalarını kurtarmaya" bakarlar. Bu tip insanlar sürekli yeni dünyevi planlar, çıkarlar, hedefler peşinde koşarlar; bunlarla oyalanmaktan ölümü düşünmeye fırsat bulamazlar Hiç ummadıkları bir anda da hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde ölüm gerçeğiyle karşılaşırlar. Ama artık çok geçtir.

- Doğum yanılgısı: Gafletin sebeplerinden birisi de doğumun varlığıdır. Her gün doğumlar ve ölümler olur. Yeryüzünün nüfusu hiç eksilmez, hatta günden güne artar. İnsan kendisini bu döngünün etkisine kaptırınca sanki doğumlar ölümleri telafi ediyor, yaşam böylece dengeleniyor gibi bir yanılgıya kapılabilir. Bu da ölüme karşı bir gaflet perdesi oluşmasına sebep olur. Oysa şu andan itibaren hiçbir doğumun gerçekleşmeyeceği bir döneme girsek, insanların birbiri ardına öldüğünü ve dünya nüfusunun hızla sıfıra doğru gittiğini görsek... İşte o zaman ölüm insana tüm dehşetiyle kendisini hissettirir. İnsan etrafındakilerin birer birer eksildiğini görür ve kaçınılmaz sonun er geç kendisine de geleceğini kesin olarak fark eder. Aradan yıllar bile geçse, hala hayatta olanlar ertesi gün sıranın kendilerine gelip gelmeyeceği endişesiyle yatarlar. Ölüm bir an bile akıllarından çıkmaz.

Halbuki olayın aslı da bundan farklı değildir. Yeni doğanların öleceklere hiçbir etkisi yoktur. Bu, yalnızca psikolojik bir yanılgıdan ibarettir. Günümüzden 150 yıl önce yaşayanlardan bugün hiçbiri hayatta değildir. Kendilerinden sonra doğanların bu kişilerin ecellerine hiçbir faydası dokunmamıştır. Aynı şekilde 100 yıl sonra da şu anda yaşayan insanlardan hemen hemen hiçbirisi kalmayacaktır. Çünkü dünya bir tür durak yeridir; sürekli dolar ve boşalır.

Kendini Kandırma Yöntemleri

Ölümü göz ardı ettiren ve gafleti doğuran nedenlerin dışında bir de insanların kendi kendilerini avutmak için kullandıkları savunma mekanizmaları vardır. Bu kendini kandırma yöntemlerini birkaç madde halinde inceleyebiliriz.

- Yaşlılık dönemine erteleme düşüncesi: Bu savunma mekanizması gençlerde ve orta yaşlılarda görülür. Bunu kullanan insan, genelde 60-70 yıl yaşayacağını hesaplar ve ancak ömrünün son yıllarını bu tür konulara ayırmaya karar verir. Böylece, ölüme ve öbür dünyaya hazırlanmak için de yaşamından bir pay ayırmışolduğunu düşünür ve vicdanını rahatlatır.

Halbuki bir saniye sonra yaşayacağının bile garantisi olmayan, daha ne kadar yaşayacağını, nerede ve ne zaman öleceğini asla bilmeyen bir insanın böyle uzun vadeli, sonuçsuz hesaplar yapmasının ne büyük bir gaflet olduğu ortadadır. Her gün etrafında kendisiyle yaşıt hatta daha genç pek çok kişi ölür. Gazeteler ölüm ilanlarıyla doludur. Televizyonlarda her gece birçok ölüm haberi izler. Çoğu zaman, büyük küçük, kendi yakınlarının ölümlerine tanık olur. Fakat etrafındaki insanların bir gün hatta belki de yarın, kendi ölümüne de tanık olacaklarını, kendi ölüm ilanını okuyacaklarını aklına getirmez. Kaldı ki, o beklediği "yaşlılık" sınırına kadar yaşasa bile bir şey değişmeyecek, sahip olduğu zihniyeti değiştirmediği sürece, ölümle karşı karşıya gelene dek erteleme mantığını sürdürecektir. Allah bir ayette şöyle buyurur:

Ertelemek ancak inkarda bir artıştır? (Tevbe Suresi, 37)

-"Cehennemde cezamı çeker ve çıkarım" mantığı: Toplumda oldukça yaygın olan bu görüş, gerçekte doğru bilinmemektedir. Kuran'ın hiçbir yerinde bir süre Allah'ın dilemesi dışında cehennemde ceza görüp, sonra bağışlanarak cennete alınanlardan söz edilmez. Tam tersine, konu ile ilgili tüm ayetlerde, kıyamet günü müminlerin ve inkarcıların kesin bir biçimde ayrılacakları, müminlerin ebediyen cennete girecekleri, inkarcıların ise ebediyen cehenneme, aşağılık bir azabın içine sürülecekleri ve Allah dilemedikçe oradan çıkamayacakları bildirilmiştir:

Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateşasla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 80-82)

Bir diğer ayette şöyle denir:

Bu, onların: "Ateşbize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak" demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür. (Al-i İmran Suresi, 24)

Cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar büyük acıları yaşayacağı bir yerdir. Cehennem Allah'ın "Kahhar", "Cebbar" sıfatlarının en şiddetli tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu, korkunç bir ortamdır. Parmağının ucu yanınca bile canı çok acıyan aciz bir insanın rahat ve umursuz bir şekilde böyle bir azabı belirli bir süre için bile olsa göze aldığını söylemesi, akletmediğinin açık bir göstergesidir. Allah'ın azabını hafife alan, sonsuz azap çekme ihtimalini rahatlıkla karşılayan bir kimse gerçekte Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edemeyen, akledemeyen bir insandır.

-Ben zaten cennete gireceğim mantığı: Kendilerinin mutlaka cennete gireceğini iddia eden insanlar vardır. Dünyada iyilik olarak tanımladıkları ufak tefek birtakım şeyleri yaparak ve kötülük olarak tanımladıkları birtakım şeylerden uzak durarak, cennete gideceklerini sanırlar. Din hakkındaki bilgileri kulaktan dolma, hurafelerle dolu safsatalardan öteye geçmeyen bu insanlar, gerçekte Kuran'da tarif edilen güzel ahlakla hiçbir ilgisi olmayan, kendi uydurdukları bir din anlayışına sahiptirler. Sorulduğunda kendilerini "Müslüman" olarak tanıtabilirler. Oysa Kuran'a göre bu inanca sahip olan kişiler Allah'a birçok şeyi ortak koştukları için gerçek Müslümanlar değillerdir. Kehf Suresi'nde böyle bir insanın durumu şöyle anlatılır:

Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamışve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm." Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. "Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?" "Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam." (Kehf Suresi, 32-38)

Yukarıdaki ayetlerde anlatılan bahçe sahibi, "Rabbime döndürülecek olursam" ifadesiyle, Allah'a ve ahiret gününe kesin bilgiyle iman etmediğini, ve bu konuda şüphe içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Buna karşın, kendisinin üstün bir mümin olduğu iddiasındadır ki Allah'ın kendisini cennetle ödüllendireceğinden emindir. Günümüzde bu zihniyete sahip kişilerin var olduğunu görmekteyiz.

Bu kişiler Allah'a karşı samimiyetsiz bir tutum içinde olduklarını aslında için için kendileri de bilirler, fakat bu gerçek onlara hatırlatılmak istense bunu kabul etmeyip hemen kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar. Din ahlakını yaşamanın önemsiz olduğunu öne sürer, mahalledeki dindar görünümlü kişilerin aslında ne kadar namussuz, ahlaksız olduğunu iddia ederek kendilerini masum göstermeye uğraşırlar. Kalplerinin temiz olduğunu, kimsenin kötülüğünü istemediklerini, kimsenin malında, mülkünde, ailesinde gözleri olmadığını söyleyerek "iyi insan" olduklarını ispatlamaya kalkarlar. Dilencilere sadaka verdiklerini, komşuya ikramda bulunduklarını, senelerce gece gündüz çalıştıklarını, insanlara hizmet ettiklerini, bundan daha iyi Müslümanlık olmadığını savunurlar.

Samimiyetsizliklerinin en büyük göstergesi ise, sahip oldukları sapkın din anlayışına dayanak bulmak için birtakım bahaneler üretmeleridir. Kendi yaşamlarını meşrulaştırmak için kullandıkları, "en büyük ibadet çalışmaktır", "mühim olan kalp temizliğidir" gibi ifadeler en çok rastlanılan örneklerdendir. Bu ifadeler Kuran'da bildirildiği üzere din öne sürülerek Allah'a karşı yalan söylemekten ibarettir:

Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?

Hiç mi öğüt alıp-düşünmüyorsunuz?

Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var?

Eğer doğru söylüyorsanız, öyleyse getirin kitabınızı. (Saffat Suresi, 154-157)

- Çifte standart mantıklar: İnsan, farklı bir kendini kandırma yöntemi daha geliştirmişolabilir. Ölüm aklına geldiğinde sonsuza dek yok olacağını düşünür ve bunun dehşetiyle Allah'ın vaat ettiği sonsuz bir hayatın "var olabileceğine" yüzde elli ihtimal verir. Böylece kendi içinde bir nevi umut ışığı yakar. Öte yandan, Allah'ın kendisine yüklediği birtakım sorumluluklar olduğu aklına gelince de, diğer yüzde elli ihtimali düşünür. "Nasılsa toprak olup yok olacağım, ölümden sonra hayat yoktur" diyerek hesap verme, cehennem azabıyla karşılaşma gibi korku ve endişelerini bastırır. Her iki durumda da gaflet halinin ona verdiği bir nevi sarhoşluk hali içerisinde ölüm onu yakalayıncaya kadar yaşamını sürdürür.

Gafletin Sonucu

Önceki bölümlerde, ölüm, insana yaşadığı sürece kendini hatırlatır demiştik. Ya bu hatırlatmalar ona fayda verir ve birtakım konuları tekrar gözden geçirmesi, hayata ve olaylara bakışaçısını yeniden düzenlemesi gerektiğini ciddi bir şekilde düşünmeye başlar. Ya da sözünü ettiğimiz savunma mekanizmaları devreye girer, kalbinin ve gözünün önündeki gaflet perdesi günden güne daha da kalınlaşmaya başlar.

İşte inkarcıların bir kısmının yaşlanıp ölüme iyice yaklaştıkları halde, ölümü büyük bir sakinlikle, akılsızca bir rahatlıkla beklemeleri bu perdenin kalınlığının göstergesidir. Çünkü ölüm onlara artık yalnızca güzel ve tatlı bir uykuyu, huzur ve sakinliği, ebedi bir rahatlığı çağrıştırmaktadır.

Oysa onları yoktan var edip yaratan, sonra öldürüp tekrar diriltecek olan Allah onlara azapla geçirecekleri ebedi bir hayatı, ebedi bir pişmanlığı ve mutsuzluğu vaat etmiştir. Onlar da bu gerçeği, tam ebedi uykuya dalacaklarını sandıkları ölüm anında bizzat görürler. Çünkü, ölümün bir yokoluşolmadığını, aksine kendileri için azapla dolu yeni bir dünyanın başlangıcı olduğunu anlarlar. Canlarını alan ölüm meleklerinin dehşet verici gelişi, o büyük azabın ilk habercisidir. Bu nedenle Kuran'da, ölümden sonraki yaşamı reddeden inkarcılardan söz edilirken "Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak?" (Muhammed Suresi, 27) denir. Bu anda, inkarcıların ölümden önceki küstah ve kibirli tavırları yerini dehşet, pişmanlık, çaresizlik ve sonsuz bir acıya bırakır. Allah Kuran'da, bu durumu şöyle haber verir:

Dediler ki: "Biz yer (toprağın için) de yok olup gittikten sonra, gerçekten biz mi yeniden yaratılmışolacağız?" Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkar edenlerdir. De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbiniz'e döndürülmüşolacaksınız." Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmişolarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 10-12)

Ölümden KaçışYoktur

İnsan özellikle gençliğinde ölümü hiç aklına getirmek istemez. Bunu bir son olarak gördüğü için ölümün düşüncesinden bile kaçar. Düşünmemek onun için en rahat kaçışyoludur. Oysa fiziksel kaçışölüme bir çare olmadığı gibi, ölümü aklına getirmekten kaçınarak ölümden kurtulabilmek de mümkün değildir. Dahası, ölümü aklına getirmemek de mümkün değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi insan, her gün önüne gelen gazetelerde mutlaka ölüm haberleriyle, ölüm ilanlarıyla karşılaşır. Yolda giderken bir cenaze arabasına rastlar ya da bir mezarlığın önünden geçer. Zaman içinde yakınları ve akrabaları ölür. Onların cenazelerine gittiğinde ve evlerini ziyaret ettiğinde, mutlak gerçekle yüzyüze kalır. Başkalarının, özellikle de sevdiklerinin ölümünü gördükçe, kendi sonunu düşünür.

İnsan ne kadar direnirse dirensin, nereye sığınırsa sığınsın, nereye kaçarsa kaçsın, aslında farkında olmadan her an kendi ölümüne doğru koşar. Önünde başka bir kapı, tercih veya çıkışyolu yoktur. Geri sayım sürekli devam eder. Ne yöne dönerse ölüm onu oradan karşılar. Allah'ın kanununda bir değişme olmaz. Kaderde belirlenmişbir anda ve yerde ölüm onu yakalar. Kuran'da, Allah bu gerçeği şöyle haber verir:

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah) a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

Her nerede olursanız ölüm sizi bulur, yüksekçe yerlerde tahkim edilmişşatolarda olsanız bile... (Nisa Suresi, 78)

Bu nedenle insanın yapması gereken, kendini kandırmayı ya da gerçekleri göz ardı etmeyi bir kenara bırakıp Allah'ın kaderinde tespit ettiği süreyi en iyi şekilde değerlendirebilmektir. Bu sürenin ne zaman biteceğini de yalnız Allah bilmektedir.



Gerçek Ölüm ve Görünen Ölüm

Ruhun Ölümü (Gerçek Ölüm)

Nasıl öleceğinizi, ölümün nasıl bir şey olduğunu, ölürken neler olacağını hiç düşündünüz mü?

Şimdiye dek, önce ölüp sonra da dirilerek insanlar arasına dönen ve neler görüp, neler hissettiğini anlatan hiç kimse olmamıştır. Bu nedenle ölümün nasıl bir durum olduğunu, bir insanın ölüm anında neler hissettiğini bilmemize teknik olarak imkan yoktur.

Ancak insana hayatını veren ve zamanı gelince de geri alan Allah, ölümün nasıl gerçekleştiğini Kitabında bizlere bildirmiştir. Bu nedenle, ölümün nasıl gerçekleştiğini, ölmekte olan bir insanın gerçekte neler yaşayıp, neler hissettiğini ancak Kuran'dan öğrenebiliriz.

Kuran'a baktığımızda ise oldukça önemli bir gerçekle karşılaşırız. Çünkü Kuran'da haber verilen ve tarif edilen ölüm, "tıbbi ölüm"den, yani diğer insanlar tarafından gözlemlenen ölümden çok farklıdır.

Öncelikle, bazı ayetlerde ölüm anında, ölecek kişi tarafından görülen, fakat diğer insanlar tarafından gözlemlenemeyen olaylar yaşandığı bize haber verilir. Vakıa Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:

Hele can boğaza gelip dayandığında, Ki o sırada siz (sadece) bakıp, durursunuz, Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. (Vakıa Suresi, 83-85)

Bir başka ayette de, bu "gözlemlenemeyen olaylar"ın inkarcılar için bir zorluk anı olduğundan şöyle bahsedilir:

Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)

Buna karşın, müminlerin ölümü ise "güzellikle" olur:

Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)

İşte bu ayetlerde bize ölüm hakkında çok önemli ve değişmez gerçekler haber verilir: Ölüm anında, ölen kişinin yaşadıkları ile dışarıda onu izleyen kişilerin gördükleri şeyler çok farklıdır. Örneğin hayatı boyunca iflah olmamışazılı bir inkarcı, dışarıdan bakıldığında, uykusu sırasında ölmüşgibi algılanabilir. Oysa o anda başka bir boyuta geçen ruhu, büyük acılar içinde ölümü tadmaktadır. Ya da tam tersine, acı çektiği sanılan bir müminin ruhu, ayette de bildirildiği gibi bedeninden, melekler tarafından "güzellikle" ayrılır.

Kısaca, "bedenin tıbbi ölümü" ile, Kuran'da tarif edilen ölüm gerçekte çok farklı olaylardır.

İşte "tadılan" bu gerçek ölüm, az önce belirttiğimiz gibi inkarcılar için büyük bir azap, müminler içinse büyük bir nimet ve güzelliktir. İnkarcıların canlarının "zorluk" içinde çıktığı da Kuran'da bildirilir. Ayetlerde bu "zorluk" ayrıntılı olarak tarif edilir.

- Ölüm anında inkarcının sırtına ve yüzüne vurularak canının alınması:

Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı. (Muhammed Suresi, 27-28)

- Ölümün şiddetli sarsıntıları ve meleklerin inkarcıya ölüm anında, ebedi azaplarını müjdelemeleri:

... Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (Enam Suresi, 93-94)

Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal Suresi, 50-51)

Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, inkar eden bir kişinin ölümü kendisi için büyük bir azaptır. Dışarıdaki yakınları onun rahat yatağında huzurlu bir şekilde öldüğünü sanırlarken o, gerçekte, maddi ve manevi çok büyük bir azabın içine girmiştir. Ölüm melekleri, acı vererek ve aşağılayarak onun canını bedeninden çıkarırlar. Kuran'da, bu melekler, inkarcıların canlarını bedenlerinden, "ta en derinden acıyla sökerek çıkaranlar" (Naziat Suresi, 1) olarak tarif edilirler.

Başka ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman, "Son müdahaleyi yapacak kim" denir.

Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır. (Kıyamet Suresi, 26-28)

İşte inkarcı, artık hayatı boyunca inkar etmişolduğu o büyük gerçekle yüzyüzedir. Ölümle birlikte, yaşamı boyunca işlediği büyük suçun, inkarının cezasını çekmeye başlayacaktır. Meleklerin sırtına vura vura, canını en derinden sökerek almaları, kendisini bekleyen sonsuz azabın yalnızca çok hafif bir başlangıcıdır.

Bunun aksine, ölüm, mümin için büyük bir mutluluk ve neşenin başlangıcıdır. Ruhu en derinden acıyla sökülen inkarcının aksine müminin ruhu, "yumuşacık çekip alanlar" tarafından (Naziat Suresi, 2), "güzellikle" ve "selamla" (Nahl Suresi, 32), adeta uykuda ruhun acısızca bedenden ayrılıp farklı bir boyuta geçmesi gibi alınır.

Ölümün gerçeği işte budur. Dışarıdaki insanlar, yalnızca tıbbi ölümü bilirler; hayati fonksiyonları sona ermek üzere olan bir beden görürler. Ölen kimseyi seyredenler, ne onun yüzüne ve sırtına vurulduğunu, ne ayaklarının dolaştığını, ne de canının köprücük kemiğine dayandığını görürler. Bu görüntü ve hislerle yalnızca ölen kişinin ruhu muhatap olur. Oysa gerçek ölüm, dışarıda insanların göremeyeceği bir boyutta ölen kişi tarafından bütün yönleriyle "tadılmakta"dır. Bir başka deyişle, ölüm sırasında yaşanan olay, bir "boyut değişikliği"dir.

Müminin Ölümü:

- Kaçınılmaz olduğunu bildiği ve yaşamı süresince hazırlık yaptığı ölümle karşılaşır.

- Canını almaya gelen melekler ona selam verip, onu cennetle müjdelerler.

- Melekler güzellikle canını alırlar.

- Ruhu bedeninden yumuşakça çekilip alınır.

- Arkasından gelecek müminleri müjdelemek, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve müminler için bir korku ve üzüntü olmadığını haber vermek ister. Ama buna izin verilmez.

İnkarcının Ölümü:

- Hayatı boyunca kendisinden kaçıp durduğu ölümle buluşur.

- Ölümü şiddetli sarsıntılar içinde olur.

- Melekler, ellerini ona doğru uzatır ve onu alçaltıcı ve yakıcı bir azapla müjdelerler.

- Melekler, yüzüne ve sırtına vura vura canını alırlar.

- Ruhu en derinden acıyla sökülür.

- Ruhu köprücük kemiklerine kadar çekilir ve son müdahale yapılır.

- Canı o inkar içindeyken zorluk içinde çıkar.

- Ölümle yüzyüze geldiği andaki imanı ve tevbesi kabul edilmez.

-Gerçeği görmenin verdiği büyük pişmanlık içinde Allah'tan kendisini dünyaya geri çevirmesini ve kaybettiği ömrünü telafi etmeyi talep eder. Ama bu isteği kabul edilmez.

Dışarıdaki insanların gördüğü "tıbbi ölüm"ün de insana ders veren çok önemli bir yönü vardır. Tıbbi ölümün insan bedenini yok edişi, insana çok önemli bazı gerçekleri kavrama fırsatı verir. Bu nedenle, gerçek ölümün ardından söz konusu tıbbi ölüme de değinmek, hepimizin bedenini bekleyen mezar hakkında biraz düşünmek gerekir.

Bedenin Ölümü (Dışarıdan Görünen Ölüm)

Ölüm anında ruh, bu dünyadaki insanların içinde yaşadıkları boyuttan ayrılırken, geride cansız bedenini bırakır. Deri değiştiren canlılar gibi, bu dünyadaki bedenini geride bırakır ve asıl hayatına doğru ilerler.

Ancak geride kalan bedenin karşılaşacakları da ibret vericidir. Özellikle bu bedene hayattayken gereğinden fazla değer verenler için.

Peki öldükten sonra bu bedenin başına neler geleceğini ayrıntılı olarak düşündünüz mü hiç?

Bir gün öleceksiniz. Belki hiç beklenmedik bir şekilde. Ekmek almak için bakkala giderken yolda bir araba kazası geçireceksiniz. Ya da amansız bir hastalık hayatınıza son verecek. Veya bir anda kalbiniz duracak.

Böylece ölümü tatmaya başlayacaksınız.

Bu andan itibaren de, bedeninizle hiçbir ilişkiniz kalmayacak. Hayat boyu "ben" dediğiniz ve sahiplendiğiniz o beden, sıradan bir et parçası haline gelecek. Ölümünüzle birlikte bedeninizi başka insanlar taşımaya başlayacaklar. Etrafta ağlayanlar, "daha dün buradaydı", "dağ gibi adamdı" diyenler olacak. Sonra o bedeni alıp evin bir odasına, belki de morga koyacaklar. Orada bir gece bekleyecek. Ertesi gün gömme işlemleri başlayacak. Cansız bedeni alıp gasilhaneye götürecekler. Görevli, kaskatı kesilmişolan bedeninizi soğuk suyla yıkayacak. Ancak bu aşamada ölümün izleri de bedende aşikar hale gelecek. Morarmalar başlayacak.

Daha sonra bedeni beyaz bir bezle, kefenle saracaklar. Sonra da tahta tabuta koyup üstüne yeşil bir örtü örtecekler. Cenaze arabası gelecek, tabutu devralacak. Araba mezarlığa doğru ilerlerken, yolda hayat devam edecek. Bazı insanlar cenaze geçiyor diye saygı gösterecek, çoğu kendi işine bakacak. Sonra mezarlığa gelinecek. Tabut, sizi sevenler ya da seviyor gibi görünenler tarafından ellerde taşınacak. Etrafta muhtemelen yine ağlayanlar, sızlananlar olacak. Sonra o kaçınılmaz yere, mezara gelinecek. Üstünde sizin isminiz yazılı... Bedeni tabuttan çıkarıp beyaz kefenle birlikte mezarın içine atacaklar. Ve sonra son işyapılacak. Ellerine kürek alanlar, beyaz kefenin içindeki bedenin üzerine toprak atmaya başlayacaklar. Kefenin ağzını açıp içine de toprak atacaklar. Ağzınıza, burnunuza, boğazınıza, gözlerinize topraklar dolacak. Topraklar yavaşyavaşkefeni örtecek. Biraz sonra işleri bitecek ve gidecekler. Mezarlık her zamanki derin sessizliğine bürünecek. Gidenler, kendi hayatlarına geri dönecekler, ama gömülen beden için artık hayatın hiçbir anlamı kalmamışolacak. Dünyadaki hiçbir güzellik, hiçbir güzel ev, güzel insan, güzel manzara artık o beden için bir şey ifade etmeyecek. Bedeniniz, hiçbir dostunuzla artık görüşemeyecek. Beden için var olan tek şey, artık yalnızca toprak ve onun içindeki bakteri ve kurtlar olacak.

Öldükten Sonra Ne Hale Geleceğinizi Hiç Düşündünüz mü?

Zaten gömülmenizle birlikte bedeniniz hem içten hem de dıştan gelen etkilerle hızlı bir parçalanma sürecine girecek.

Vücutta oksijen kalmayacağından, bir süre sonra mikroplar faaliyete geçerek bedene yayılacaklar.

Karında toplanan gazlar cesedi şişirecek ve bu şişlik vücudun her tarafına yayılarak, bedeni tanınmaz hale getirecek.

Bundan sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağızdan ve burundan kanlı köpükler gelmeye başlayacak.

Çürüme ilerledikçe kıllar, tırnaklar, avuç içleri ve tabanlar yerlerinden ayrılacaklar.

Bu dışdeğişmeyle beraber, iç organlarda da (akciğer, kalp ve karaciğerde) çürüme başlayacak.

En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın bölgesinde toplanan gazlar deriyi zayıf noktasından patlatacaklar ve bedenden tahammül edilmez derecede pis kokular yayılacak. (Ölü insan kokusu, dünyanın en iğrenç kokularındandır.)

Bu süre iç
Ara
Cevapla PGM
Teşekkür verenler:


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi



***

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping